23 Eylül 2012 Pazar

Hava Muhalefeti ve Kardan Dolayı Ertelenen Şam Seyahatim

Aylardır Suriye'deki gelişmeleri endişe ile takip ediyoruz.  Ne yazık ki hayat Suriye'liler için çok zor şu an.  Umarım bir an önce normal ve güvenli bir duruma kavuşurlar.  Ben de Suriye'ye ilk gidemeyişimi anımsıyorum ve burada paylaşmak istiyorum.
 
Şubat 2005'te bir Pazar gecesi 23:35 THY uçağı ile İstanbul’dan Şam’a gitmek üzere 21:00 gibi AHL’ye geldim.  İstanbul karlı bir kış gününü yaşıyordu ama uçak seferleri bazı gecikmeler ile  yapılıyordu.  Bende normal bir şekilde check-in işlemimi yaptırdım.  Ancak saatler ilerledikçe tipi arttı ve gecikmeler uzamaya başladı.  Ben de kitap okuyarak vakit geçirdim ve saat 02:00’da bizi uçağımıza götürecek otobüsümüze bindim.  Çoğu Arap olan yolcuların bazıları seviçten şarkı söylemeye başladılar.  3 saat gecikme ile uçacağımızı düşünürken, hareket eden otobüs 25 metre sonra durdu ve bizi kapıya geri getirdi.  Öğrendik ki, hava muhalefeti dolayısı ile tüm uçuşlar sabah 09:00’a kadar iptal edilmişti.  Pasaport kuyruğundan geçip, havalimanından çıktığımda saat 04:00’tü.  Binlerce yolcu ya havalimanında sabahladılar, ya da civardaki otellerde.  Havalimanındaki otelde veya THY’nin anlaşmalı otellerinde yer kalmamıştı.

Suriye programımızı önceden yapmış, müşteri randevularımızı ve otel rezervasyonumuzu tamamlamıştık.  Bu benim Suriye’ye ilk seyahatim olacaktı.  Lübnan’da yaşayan iş arkadaşım, Şam’da beni bekliyordu.  Ama İstanbul’dan Şam’a 2 gün boyunca uçuş olmayınca, bu seyahat planımızı erteledik.  Lübnanlı iş arkadaşımda, yine kardan dolayı Şam’da mahsur kaldı ve evine bir gün geç döndü.  Hava muhalefeti ve ertelenen/iptal edilen uçuşlardan dolayı gerçekleştirelemeyen toplantı ve seyahatlere güzel bir örnek oldu.  Sonuçta ne kadar hazırlanırsanız hazırlanın, bazen elde olmayan sebeplerden dolayı planınızı gerçekleştiremiyebiliyorsunuz.  Yoğun iş programımdan dolayı Suriye ik gidişim planladığımdan üç sene sonra, 2008’de gerçekleşti. 
 
Suriye'de hep kibar insanlar tarafından ağırlandım.  Türk olduğumu öğrenen tüm muhataplarım, toplantılarda özel bir ilgi gösterdi.  Son yıllarda yaşanan gelişmeler her iki taraf içinde memnuniyet verici idi.  Özellikle sınır şehirlerimizin gelirleri ciddi bir şekilde artmıştı.  Her iki taraftaki akrabalarda rahatça gidip, gelebiliyordu.  Yazık oldu.  Şimdi büyük bir belirsizlik var.  Özellikle Suriye halkı için.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Arap Baharı Sonrası Ürdün: Amman, Mayıs 2012

Mayıs 2012’de uzunca bir süreden sonra Amman’ı ziyaret etme fırsatım oldu.  Bu Arap Baharı ile adlandırılan, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki devletlerde ciddi değişikliklere yol açan farklı Arap toplumlarındaki hareketlenmenin sonrasındaki ilk Ürdün ziyaretim oldu.  Son söyleyeceğimi ilk söylemem gerekirse Ürdün’de Kraliyet Ailesi yerini kuvvetli bir şekilde koruyor.  Ülke hızlandırılan altyapı yatırımları ve reformlar ile daha ileriye doğru gidiyor görünümü hakim.  Bunun sebebi küçük bir ülke olması mı yoksa başta ABD olmak üzere batılı ülkeler ile bağlarının kuvvetli olması mı bilinmez?  Sonuçta komşusu İsrail ile barış yapan Arap ülkelerinin başında geliyor.

Queen Alia Havalimanına iner inmez dikkatimi neredeyse tamamlanmak üzere olan yeni havalimanı inşaatı çekiyor.  Binalar bana Paris CDG terminallerini hatırlatıyor.  Sebebini az sonra anlıyorum:  İnşaatı TAV’ı satın alan Fransız ADP (Aerports De Paris) şirketininde içinde bulunduğu bir konsorsiyum yapıyor. Yeni havalimanı hem yolcu kapasitesini arttıracak, hem de Ürdün’e gelenlere daha olumlu bir (ilk) izlenim verecek.

Havalimanından çıkıp, şehre doğru yola çıkınca ikinci büyük altyapı yatırımı ile karşı karşıya geliyorum.  Queen Alia Havalimanı – Amman şehir merkezini birleştiren yol büyük bir otobana dönüştürülüyor.  Gidiş geliş zaten duble yoldu, tamamlanınca daha geniş ve ihtişamlı bir otoban olacak anlaşılan.

Şehre yaklaştıkça sağ tarafta yeni başlayan başka bir inşaat dikkatimi çekiyor:  IKEA Ürdün’deki ilk mağazasının inşaatına başlamak üzere.  Bir Avrupa’lı devin, bu bölgede yatırım zamanlaması, Ürdün’ü halen istikrarlı ve uzun vade de problemsiz gördüklerinin ipucu olduğunu hissettiriyor bana.

Peki yerel insanlar neler diyor:

·         Hayat pahalanmış.  Eskiden devletin gıdaya desteği varmış, kaldırılmış. 

·         Önce Irak’tan sonra Suriye’den gelip, Ürdün’e yerleşen çok aile olmuş.  Özellikle Irak’tan gelenler zenginlermiş. Hem talebi, hem de fiyatları yükseltmişler.

·         Kral reformları yeterince hızla yapamadıkları için hükümeti değiştirmiş.  Arap Baharı’nın diğer ülkelerdeki gibi rejimi değiştirmesi Ürdün’de beklenmiyor.

·         Polis ve asker kuvvetli duruma hakim.  Güvenlik tam.  Hırsızlık gibi adi suç oranı çok düşük.

·         Genel olarak Ürdünde yaşayanlar geleceğe olumlu bakıyorlar, istikrarlı bir ortam var.  Tabi bu şu an için izlenimlerim, gelecekte ne olacağı, bu coğrafya da özellikle hiç mi hiç belli olmaz.
Amman'ın güzel mahallerinden iki görüntü:











İlk defa gitme fırsatım olan yerler arasında City Mall’da vardı.  Modern ve çağdaş bir AVM.  Merkezi bir konumda.  Giderken başka bir AVM olan Mecca Mall’ı ve modern bir ofis yerleşkesi olan King Hüssein Business Park’ı gördüm.

17 Haziran 2012 Pazar

Orta Doğu'da Başarının Sırrı: Sabır, Sabır, ya Sabır

Bu bölgelerde zaman diğer yerlerden daha yavaş akıyor.  Projeler daha yavaş ilerliyor.  İnsanlar farklı bir tempoda çalışıyorlar.  Nasıl maç canlı yayınlarında önemli poziyonlar yavaş çekim tekrar gösterilir ise, bu bölgedeki genel tempo “yavaş çekim” gibi.  İlerleme sağlamak, sonuç almak ve başarıya ulaşmak için aşağıdakiler bence en önemli faktörler:

·         Birçok kere aynı konuyu tekrarlama gerekebilir.  Pes etmeden, yılmadan ısrarla ve istikrarlı bir biçimde vurgulamaya devam edilmeli,

·         İnsanlara karşı olumsuz bir bakış açısı ve tavır oluşturulmamalı.  Birçok hareketi kişisel algılamamalı.  Negatif durum veya davranışların kişiye özel değil, bölgeye özel olduğunu kabul etmeli,

·         Hızlı ve anlık, kısa dönemlik sonuçlar beklenmemeli.  Başarının orta hatta uzun vadede geleceğini kabullenmeli.

·         Yani sonuç olarak bu bölgede başarı hedefleyen bir girişimci ya da şirket görevlisi çok sabırlı olmalı.  Ya da hiç girişimde bulunmamalı.

·         Biraz önce vurguladığım gibi, bir müşterinin sizi dikkate almaya başlaması için, dört bazen beş ön ziyaret yapılmalı, anca o zaman gerçekten sizi dinlemeye başlıyor.  Karar verip çalışmaya başlaması ise yılları alabiliyor,

Duygusallık

Orta Doğu ülkelerindeki işgücünün çalışma hayatında duygusal faktörlerden çok etkilendiklerini söylemek yanlış olmaz.  Birçok şeyi kişiselleştirebiliyorlar.  Genelde çalışanların “kendilerini veya operasyonu geliştirmek, bir işi daha verimli yapmak, daha çok çalışmak” gibi motivasyonları yok.  Böyle bir anlayışları olmadığı için, iyileştirme önerilerimi veya düzeltmeleri gereken hatalarını yüzlerine söylediğimde alındıklarını birçok kez hissettim.  Bu faktör bu bölgedeki işgücünün kişisel gelişimi önünde duran önemli bir bariyer olmaya devam ediyor.

9 Haziran 2012 Cumartesi

Yeni Bir Kavram: NOT

JIT (Just in Time), TTM (Time to Market) gibi zamanın önemini vurgulayan kavramlara yeni bir tane ekleyerek iş literatürüne katkıda bulunmak istiyorum:  NOT yani “Never On Time”.   Bu Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgesinde iş hayatında geçerli.  Örnekler ile daha rahat anlatabilirim:

·         Sabah sizi 7:00 gibi alırım dendiğinde anlayın ki, sabah 7:00 gibi hazır olmanıza gerek yok.  En erken 7:30, muhtemelen 08:00’e doğru gelecekler,

·         Toplantı saatleri aynı şekilde.  9:00 civarı diye teyidleşilen bir toplantı 10:00 sonrası, 11:00’a doğru başlayabilir,

·         Ofisten 10 dakika sonra çıkıyoruz dendiğinde, 1 saat’e kadar daha ofistesiniz anlamına gelir,

·         Ben yukarıda yazdıklarımı çok test ettim ve genele uyarlıyabileceğime inanıyorum.  Bu bölgedeki iş hayatında “kesin saat” konuşulmuyor.  “Yaklaşık” veya “civarı” olarak teyidleşiyorlar.  8 – 9 arası gibi,

·         Genelde de verilen zaman diliminin bitiş saatine gecikmeli olarak riayet ediyorlar (8-9 randevusuna 9:30’da gelmek gibi),

·         Geç kalırken arayıp geç kalacaklarını bildirme adetleri yok.  Tıpkı geç kaldıkları için özür dilemeye gerek görmedikleri gibi.  Eğer geç kaldıklarını hatırlatırsanız muhakkak bir bahane hazır (genelde trafik),

Ben NOT kavramını keşfedene kadar çok zorluk çektim.  Genelde ben randevularım için tam saat veririm.  O saatten 10-15 dakika önce hazır olmaya çalışırım.  Gecikme ihtimali olduğunda, randevu saatinden önce karşımdakine haber veririm.  Ve aynı davranışları karşımdakilerden beklerim.  İlk başlarda sizi sabah 7:00 – 07:30 gibi alırım dendiğinde, 06:50’de hazır olup bekliyordum.  07:50’de geldiklerinde 1 saat kadar beklemiş oluyordum.  NOT kavramını keşfettikten sonra çok az beklemeye başladım.  Örneğin,

·         07:00 – 07:30 arası gelirim dendiğinde, 07:30’da hazır oluyorum,

·         Ofisten 15 dakikaya kadar çıkarız dendiğinde hiç toplanmıyorum.  30-40 dakika sonra geldiklerinde ve hadi çıkalım dediklerinde 2-3 dakika içinde hazırlanıyorum,

·         Müşteri randevularını Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da daha rahat (relaxed) bir şekilde takip ediyorum, olası müşteri gecikmelerine, iptallerine hazırlıklıyım,

·         Sabah erken saate kesinlikle randevu almıyorum, akşamüstüne de, nasıl olsa bu saatlerdeki randevular bir şekilde iptal oluyor,

Bu gecikmeleri sadece Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki iş gezilerimde yaşamadım.  Bu bölgeden gelen iş arkadaşlarımla başka ülkelerde de tecrübelerimiz oldu.  Örneğin Mısırlı bir iş arkadaşımı (genel müdür seviyesinde) Frankfurt’ta ağırlıyordum.  Akşam yemeği için hazır olduğunu haber verdi, kaldığı Inter Continental otelinden almamı istedi.  Ben otelin önünde bir süre bekledim, gelmeyince kaldırıma park ettim, lobiye baktım.  Göremeyince odasını aradım.  “Hemen geliyorum” dedi.  25 dakika sonra indiğinde, arabaya gittik ve Almanya’daki ilk trafik cezamı yanlış park yüzünden yemiş oldum.

Yıllar içinde çok yakın çalıştığım bazı iş arkadaşlarım benim zaman konusunda hassasiyetimi kavradı ve beni yukarıda yazdığım satırlardan dolayı mahçup edecek kadar titiz hareket ettiler.  Ama yine de ben NOT’un Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da geçerli bir olgu olduğunu iddia ediyorum.

8 Mayıs 2012 Salı

İsrail İzlenimlerim 2

Mayıs 2006’da ilk defa İsrail’e gittim.  İşte bu seyahatten izlenimlerim:
·         Tel Aviv bana ciddi olarak İzmir’i hatırlattı,
·         Akdeniz kıyısında, şehrin içinde kumsalları olan ve insanların rahatça denize girebildiği bir şehir,
·         İlk gidişlerimde kişi başı gelir yüksek olmasına rağmen, ne yaşayan insanlarda ne de şehirde zenginlik göze çarpıyordu.  Örneğin yeni ve lüks binalar, lüks arabalar yoktu.  Toplu taşıma oldukça popülerdi,
·         100.000 civarı Türk yaşadığı tahmin ediliyor İsrail’de.  Benim bindiğim taksilerden birisinde şöför Türk’tü, bir başkasının ise anne babası Türkiye doğumlu idi, rahatça Türkçe anlaştım,
·         İsrail’liler, herkezinde bildiği gibi, müthiş girişimciler ve çokta çalışkanlar, benim dikkatimi çeken İsrail’de hızla gelişmekte olan sektör Bilişim ve Bilgi Teknolojileri,
·         Tabi yıllarca bir güvenlik sorunu olmuş ve bir şekilde devam ediyor.  Bu da şehirde yaşayanlara sirayet etmiş.  Ben insanları genelde huzursuz gördüm,
·         Özellikle havalimanında müthiş güvenlik önlemleri var.  Daha önce hiç bir ülkede tanık olmadığım güvenlik makinaları ve sistemleri var, güvenlikten sorumlu personelin ise nazik olduğu söylenemez,
·         Üniformalılar dışında sivil görünümlü de çok güvenlikçi var,
·         Aslında küçük bir ülke, hem nufüsu hem de yüzölçümü itibari ile,
·         Filistin ile sınırlar belirsiz, West Bank ve Gaza’da sürekli çatışma var,
·         Servis konusunda ülkede kesinlikle problem var.  5 yıldızlı otelden, orta-iyi lokantalara kadar hizmet sektöründeki elemanlar nezaket ve güleryüzden uzak,

Tel Aviv’e komşu olan Herzalia’da müşterilerimi yeni açılmış olan Türk Tike lokantasına götürmüştüm.  Üç misafirimden bir tanesi İstanbul doğumlu, yıllarca Türkiye’de yaşadıktan sonra İsrail’e yerleşmiş bir beyefendi idi.  Düzenli olarak tatillerinde Türkiye’ye gelmeye devam ediyordu.  Türk televizyonu seyredip, Türk gazete ve kitaplarını okumaya devam ediyordu. Başka bir zaman yine Herziliya’da Kyoto isimli Japon lokantasında yemek yemiştim.  Bu bölge modern binaları, modern altyapısı ile uluslar arası şirketlerin ofislerini tutmayı tercih ettikleri bir bölge.  Güzel lokanta ve kafeleri popüler. 

Tabi İsrail’de yemek yemekten bahsederken kosher’i de anlatmalıyım.  Musevi inancına göre bir nevi “helal” yemek için gıdanın hazırlanması esnasında dikkat edilmesi gereken hususlar var.  En basit şekli ile süt ve süt ürünlerinin etle karışmaması lazım.  Aynı anda mutfakta bile bir araya gelmemesi gerekli.  Dolayısı ile dini kuralları sıkı takip eden muhafazakar Museviler, mutlaka Kosher bir lokantada yemek yemek istiyorlar.  Ancak gördüğüm kadarı ile İsrail’de Kosher olmayan da birçok lokanta var.  Bu da her Musevi’nin aynı hassasiyeti göstermediğini anlatıyor bana.

İlk gittiğim Tel Aviv ile son gidişlerim arasında büyük fark var diyebilirim.  Şehir giderek modern ve güzel bir çehreye kavuşuyor.  Akşam gidilmesini önerebileceğim yerlerden biri de sahilde, Old Tel Aviv Port adı verilen, güzel cafe-restoran ve mağazaların bulunduğu bölge.

23 Nisan 2012 Pazartesi

Dubai Turistik: Görülmesi Gereken 10 Yer

Ekim 2008’deki seyahatimde gördüğüm bir dergide aşağıdaki listeyi gördüm:

  1. Dubai duty free – alışveriş,
  2. Dubai creek – Deira ve Burj Dubaiyi ayıran su yolu,
  3. Gold souk – Mücevher alışverişi için,
  4. Bastakiye – eski şehir merkezi,
  5. Burj Halifa – Dünyanın en uzun binası,
  6. Ski Dubai – Çölde (üstü kapalı) kayak yapmak isteyenler için,
  7. Jumeriah open beach – Aralık, Ocak ayları dahil olmak üzere, denize girmek isteyenler için,
  8. Burj el Arab – 321 metre, bir kısmı denizin üstünde, gemi yelkeni şeklinde otel, Dubai’nin global ününü arttırdığı zamanlardan kalan şehrin simgesi,
  9. Atlantis – Palm adasının üzerindeki otel, büyük akvaryumları, su parkı ve akvaryumlu odaları ile meşhur,
  10. Desert - Son olarak safari için çöl,
Ailece de Dubai’ye gitme fırsatımız oldu.  Büyük oğlumun ikinci yaşgünü esnasında, Aralık 2005’te Dubai’deydik.  Havanın en güzel olduğu dönemlerden olduğundan, bol bol gezdik.  Üstü açık otobüse bindik, denize girdik, alışveriş yaptık, yedik içtik.  Yıllar sonra eşim, Dubai’de yaşamaya başlayan yakın bir arkadaşını ziyaret etti.  Bu şehirde expatriate olarak yaşamaya başlayan Türk ailelerinin çokluğuna şahitlik etti.  Duyduğumuz kadarı ile, hayat pahalılığı baş göstermeye başlamış.  Özellikle işçilik yapan Filipin, Bangladeş vs orijinli insanların hayatları zorlaşmış.

Dubai’de Alışveriş:

İlk gittiğim yıllarda elektronik çok ucuzdu.  2000’li yılların başında özellikle cep telefonları, Türkiye’deki satış fiyatlarının yarısıydı.  Türkiye'den gidenler en az bir cep telefonu ile dönerdi.  Zamanla fiyat farkı azaldı.  Ama hala belli ürünlerde büyük fark ortaya çıkabiliyor.  Örneğin, Türkiye’de göremiyeceğimiz bir manzara:  Şehir merkezindeki AVM’lerden herhangi birinde, süpermarkete gidin (Carrefour gibi örneğin):  Çok büyük bir bilgisayar, cep telefonu, digital kamera vb elektronik reyonu göreceksiniz.  Türkiye’de raf önlerine tuvalet kağıtlarını yığarak yaptıkları promosyonları, Dubai’de notebook’ları üst üste koyarak yapıyorlar.  Turistler de alışveriş arabalarını bunlar ile dolduruyorlar.  Ben de son yıllarda bir Sony notebook, bir WII aldım.  Ödediğim ücret, Türkiye fiyatlarının yarısı idi. 

Dubai’nin eski AVM'lerinden WAFI: Merkezi bir yerdedir ve oldukça fazla müşteri tarafından tercih edilir.
Dubai'nin ünlü bir alışveriş ürünü ise mücevherattır. Bende bir Dubai seyahatinde yakut taşı olan bir yüzük ile ilgilenmiştim (yaklaşık 800 dolar civarında).Türkiye’ye döndüğümde, aynı yüzüğüİstanbul’da 2000 dolara yakın alabileceğimi öğrendim.

 

22 Nisan 2012 Pazar

Dünyanın 1 Numaralı (Dini) Turizm Rotası: Kudüs

Kudüs Orta Doğu’nun mutlaka görülmesi gereken şehirlerinden.  Sanıyorum barış olsa ve güvenlik problemi ile politik sıkıntılar ortadan kalksa, dünyanın en çok turistik ziyareti bu şehire yapılır.  Old City adı verilen şehir merkezinde üç büyük dinin kutsal mekanları bir arada, iç içe:

·         Müslümanlar için Mescid-i Aksa, ki Hz. Muhammed’in gökyüzüne yükseldiği varsayılan, “Dome of Rock” adı verilen yerde burada, Hz. Ömer’in yaptırdığı cami gibi kutsal başka mekanlarda var,

·         Hristiyanlar için  Kudüs hac demek.  Hz İsa’nın çarmıha gerilmeden ve gökyüzüne yükselmeden önce geçtiği istasyonlar şehir içinde ve tabi mezarının bulunduğuna inanıldığı kilise de.  Yılın her anında Kudüs içinde dünyanın dört bir yanınan gelmiş Hristiyan hacılar görmek mümkün,

·         Museviler için en önemli kutsal yer olan ağlama duvarı da burada, hem de bu duvar aynı zamanda Mescid-i Aksa’nın bitişiği.  Hz Süleyman’ın yaptığı ve yıkılan ikinci tapınağın burada olduğuna inanılıyor.  Halen kazılar yapılıyor, tüneller açılıyor ve tapınak kalıntı çalışmaları yapılıyor,

Kanun Sultan Süleyman bir gece rüyasında Aslan görür. Rüyasının yorumlayan din büyükleri aslan’ın Kudus şehrini temsil ettiğini söylerler.  Bunun üzerine Kanuni Kudüs’e büyük yardımlar yapar.  Halen ayakta olan kale duvarlarını tamir ettirir.  O dönem Kudüs’te çalışıp vefat etmiş Osmanlı büyüklerinin mezarlarını görmek mümkün.  Osmanlı hakimiyetinde Kudüs 400 sene barış içinde yaşamış, farklı dinlerden birçok din ve ilim adamı bir arada yaşamışlar. Şu an ise, farklı din mensupları farklı kapılardan giriş çıkış yapabiliyorlar.

Örneğin ben Mescid-i Aksa’ya giderken Filistin kapısını kullanmak zorunda kaldım.  Girerken sadece İsrailli askerler pasaport-kimlik kontrolü yapmadılar, aynı zamanda Filistinlilerde nufus cüzdanımda “dini İslam” bölümüne baktılar.  Son olarak cami girişinde, kelime-i şahadet getirmem istendi, Müslümanlığımı ispatlamak için.  Öte yandan cami içinde cam bir dolap içinde, tarih içinde camiye atılan bombalar, sıkılan kurşunlar sergileniyor.  Dehşet verici.  Cami duvarlarında da kurşun delikleri görmek mümkün, evet gördüm.

Ağlama duvarı için ise, İsrail’lilerin kullandığı bölgeden geçtim ki buradan Filistinliler içeri giremiyor.  Duvara uzaktan bakmak serbest ama dokunmak veya yakından bakmak için kafaya özel kep geçirilmesi isteniyor.  Tünellere ise sadece Museviler girebiliyor.  Hristiyan kilise veya önemli bölgeleri ise serbestçe gezilebiliyor.   Ancak Kudüs merkezi 4 bölgeye ayrılmış.   

Gezerken Şükrü’nün yerinde humus yemeden geçmek olmaz sanırım.  Geleneksel tadları, tarihi lokantada tatmak, mutlaka yapılması gerekenler arasında.  Filistinli esnaftan alışveriş yapmak gibi.  Dar sokaklarda birçok hatıralık veya hediyelik eşya almak mümkün.   

En güzel fotoraf çekme yerlerinden biri de Zeytin tepesi.  Bu tepenin aynı zamanda Museviler için manevi anlamı çok yüksek ve tepede Kudüs manzaralı mezar fiyatlarının milyon dolarları bulduğu söyleniyor.

Doğu Kudüs’te yemek yemek için veya konaklamak için tercih edilecek önde gelen otellerin başında Ambassador oteli geliyor.  Burada Türkler dahil olmak üzere, farklı ülkelerden diplomat ve devlet görevlileri görmek mümkün. 

Abu Gosh İsrail’in Kudüs’e yakın ve ağırlıklı Filistinlilerin yaşadığı bir kasaba.  Bu kasabadaki müşterimizi bir kaç kez ziyaret ettiğimde, aynı zamanda meşhur Abu Gosh lokantasında da yemek yedim.  Sahibi bu kasabada doğmuş ve küçük yaşta Amerika’ya gitmiş bir kişi.  ABD’de satın aldığı piyango biletinden 21M USD ikramiye kazanmış.  İdare sen vatandaş değilsin, ödemiyoruz diyince dava açmış, kazanıp toplamda 23M USD almış.  Abu Gosh’a geri dönüp, bu meşhur lokantayı işletmeye başlamış.  Görülmesi gerek bir yer.

Şam'da Lokanta "Beit Jabri" Pastane "Semiramis"

Şam (Cham) ismi aslında Arapça da Lübnan, Suriye, Ürdün ve hatta bir kısım Irak’ı da içine alan bölgenin, ya da eski ülkenin adı imiş.  Biz şehre Şam diyoruz.  Araplar ise şehre Damas diyor, İngilizce de ise Damascus olarak geçiyor.  Çok tarihi bir şehir, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Osmanlılar bu şehirde hüküm sürmüş önemli imparatorluklar arasında.  



Görülmesi gereken birçok yer var, başta kale ve Emevi Cami gibi.  Türklerin ilgisini çekebilecek yerler arasında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan 500 yıllık Cami, Medrese, Külliye ile etrafındaki dükkanlar var. Şam’a gitmişken, şehri çevreleyen dağlara çıkmadan ve şehre tepeden bakmadan dönmek olmaz.   

Şam’da tarihi, turistik ama aynı zamanda yerel ve leziz yemekleri tadabildiğim çok eski bir konağı ziyaret etmiştim.  Jabri House (Beit Jabri) isimli bu konak, 18nci yüzyılın başlarında yapılmış (www.jabrihouse.com) ve ilginç bir hikayesi var.

Tabi Semiramis’i de anlatmalıyım.  Meşhur kuru baklava ve tatlı markası.  Suriye’de genelde tatlı, kuru baklava dükkanları bulmak mümkün ama bu alanda markalaşmış olan Semiramis.  Güzel kutuları ve özenli paketlemeleri ile, buradan eve götürebilecek güzel bir hediye oluyor. 

Ben gerek Şam’ı gerekse Halep’i çok sevdim.  Öncelikle yemeklerini beğendim.  Hem leziz, hem taze, hem de ucuz.  Çok çeşit var.  Organik.  Sokaklar taze meyve suyu dükkanları ile dolu.  Bir o kadarda pastane, tatlı dükkanları var. 

Sonra her iki şehirde tarihi dokusunu koruyor ve biz Türklere hitap ediyor. Şehirler son derece güvenli.  İnsanlar sıcakkanlı, yardımsever.  Türklere karşı özellikle ilgililer. 

Şam kapalıçarşısında, atasözümüze istinaden kayısı ararken bir de ne göreyim:  Malatya kayısısı. 

Suriye’de turist olmanın dezavantajları arasında ilk aklıma gelen trafik problemidir.  Evet, Trafik ne yazık ki kötüdür.  Bir de Arapça konuşmadan gezmek zor olabilir.

Otel olarak hem Halep, hem Şam’da Dedeman otellerini önerebilirim.  Her ikisinin de yeri güzel, özellikle Şam’daki Dedeman’ın.  Ancak Suriye'deki son olaylardan sonra bu iki otelin devletleştirildiğini duymuştum.  Bu notları yazarken Dedeman web-sitesini kontrol ettim ve her iki otelinde listede olmadığını gördüm, yazık, büyük yatırımlardı.  

15 Nisan 2012 Pazar

Bahreyn İzlenimlerim

Bahreyn’e ilk ve şu ana kadar tek sefer olmak üzere Mart 2006’da gittim.  Üstelik Dubai üzerinden günübirlik bir program ile, müşteri ziyaretleri için.  İzlenimlerim:

·         Nüfusu 600.000 kişiye yakın küçük bir körfez ülkesi, 

·         Dubai’ye göre çok daha az yabancı çalışan gördüm.  Gerçi ziyaret ettiğim fabrikalarda yine oldukça fazla Asyalı vardı.  Ancak yerel halk ile günlük hayatta daha fazla karşılaştım, 

·         Fakir olup çalışan Bahreynliler de var.  Örneğin kullandığımız taksinin şöförü Bahreynli idi, bu Dubai’de asla ama asla karşılaşamayacağınız bir durum, 

·         Havalimanı nispeten eski, ama temiz ve kullanışlı idi,

·         Vizesiz gittim, pasaport kontrolünde bana Avrupalı muamelesi yaptılar, iki hafta kalış izni verdiler, Lübnan vatandaşı arkadaşıma ise 72 saat kalış izni verip, benden alldıkları ücretin iki katını uyguladılar,

·         Bahreyn merkezli Gulf Air ile uçtum, olumlu izlenim edindim,

 Faaliyet gösterdiğim sektör sebebi ile körfez ülkelerine yolum düşmedi.  Küçük ve zengin ülkeler izlenimi aldım.  Turist olarak gitmemi düşündürecek hiç bir şeyde duymadım.  Örneğin Bahreyn’e turist olarak gitmeyi hiç düşünmedim.  Körfez ülkelerinden seyahatler esnasında en çok karşıma çıkanlardan birisi Katar oldu.  Hem yatırım yaptıkları havayolları ile, hem de spora büyük önem verdikleri için, havalimanlarında bir çok kez Katar milli takımlarına denk geldim. 

Günümüzde Arap Baharından dolayı Bahreyn çok sık gündeme geliyor.  Halk ile yönetim çok sık karşı karşıya geldi.  Halkın çoğunluğunu teşkil eden Şiilerin arkasında İran, yönetimi elinde bulunduran Sünnilerin arkasında ise Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri duruyor.  Bakalım olaylar ne zaman ve nasıl durulacak?

10 Nisan 2012 Salı

Turistik Lübnan

İş amaçlı Lübnan’a iki defa gittim.  2004 ve 2005 yıllarında.  O zamanlar vize uygulaması vardı, şu anda kaldırıldı.  Gidip gelmek çok daha kolay.  Basından takip ettiğim kadarı ile, Beyrut ciddi bir turistik rota olmaya başladı.  Sadece bazı popüler yazarlar değil, yurtdışında gezmeyi seven sıradan turistlerimizde artık Avrupa şehirlerine ek olarak Beyrut'a da gitmeye başladılar.

Hemen yazmalıyım.  Beyrut mutlaka ziyaret edilmesi gereken çok güzel bir şehir.  Bir zamanlar bu şehre “Ortadoğu’nun Paris’i” denmesi boşuna değil.  İstanbul’a o kadar yakın ki.  Eminim gidecekler veya daha önce gitmiş olanlar bana hak vereceklerdir.  Lübnan küçük bir ülke.  Yazları Akdeniz’in tadının çıkarılabildiği, kışın ise hemen 30-45 dakika mesafedeki dağlarda kayak yapılabilen, 4 mevsim sahibi bir ülke.  Tarihi dokusu var.  Kültür hissediliyor.  Üstelik bizim de tarihimizden etkilenmiş bir kültür.

Kozmopolit bir nufusa ve bunun getirdiği zenginlik yanısıra problemler ile de uğraşan bir ülke.  Hristiyanlar, Sunni ve Şii Müslümanlar, Dürziler.  Yıllarca iç ve dış savaşlar ile yıpranmış ama bir bakıma olgunlaşmış bir ülke.  Savaşlar sırasında birçok Lübnan’lı dünyanın dört bir yanına yayılmışlar.  Farklı ülkelerdeki yaşam mücadeleleri Lübnan’lıları dünyanın önde gelen tüccarlarından yapmış.  Gözlemlediğim kadarı ile Lübnan’lılar:

·         İyi tüccarlar, çok sıkı pazarlık ediyorlar,

·         Çalışkan ve yaratıcılar, kesinlikle girişimciler,

·         Eğitim seviyeleri yüksek, 3-4 dil konuşuyorlar,

·         Orta Doğu’daki batılılar,

·         Kimseye güvenmiyorlar, kendi çıkarlarını her zaman garantiye alıyorlar,

·         Ancak bu güvensizlik ve anlık çıkar korumacılığı onları hep kısa dönem düşünen insanlar haline getirmiş.  Yarını veya uzun vadeyi düşünmüyorlar,

Lübnan mutfağı çok meşhur.  Dünya’nın her köşesinde Lübnan restoranları mevcut.  Ancak ben Beyrut’taki bir akşam yemeğimi hiç unutmayacağım.  Sadece çok leziz ve çok çeşitli yemekler sunmuyorlar, insana görsel bir şölen yaşatıyorlar.  O başlangıç mezeleri, salataların sunumu, mezeler, etler derken yemeğin sonundan nefes almaya mecaliniz yokken koca masaya 15 çeşit meyve getiriyorlar.  Her meyve kendi kabında.  Benim favorim humus ve diğer mezeler.

Orta doğu’nun meşhur sanatçıları Lübnan’dan.  Tüm bölgede yayınlanan müzik kanallarındaki şarkıcıların bir çoğu Lübnan’lı.  Örneğin Pepsi’nin reklamlarında da tercih ettiği çok meşhur bir bayan şarkıcı vardı.  Klüpler popüler, gece hayatı aktif.  Suudi Arabistan gibi bir çok Arap ülkesiden turisler Beyrut'a düzenli geliyorlar.  Ülke için önemli bir gelir kaynağı.

9 Nisan 2012 Pazartesi

İsrail İzlenimlerim

İsrail’de duyduğum ama gerçekliğini teyid edemediğim bir iş yapma kuralı var.  Bu ülkede iş yapmak için mutlaka kuvvetli yerel bir ortağa ihtiyaç var.  Bu aslında birçok gelişmekte olan ülkede geçerli olan bir kural, ancak İsrail gibi batılı standartlara sahip bir ülkede olması, şaşırtıcı olabilir.  

Aslında İsrail nispeten genç bir ülke sayılabilir.  Her ne kadar Yahudi toplumları köklü bir geçmişe sahip olsalarda, devlet tecrübesi İsrail ile sınırlı, yani 60 senenin biraz üzerinde.  Bu da köklü devletler ile karşılaştırılmayacak kadar az.  Bu yüzden birçok devlet kurumu, köklü değil ve kurumsallaşmamış.  Yeni yeni oturuyor.

İsrail uzun yıllar güvenlik problemi yaşamış bir ülke.  Savaşlardan geçmiş, Filistin ile süregelen bir çekişmenin içinde.  Yakın bir zamana kadar patlayan bombalar, düşen füzeler sonucu ülke sürekli bir alarm ile yaşıyor.  Ancak benim gözlemlediğim, bir şekilde bu riskler en aza indirilmiş.  Örneğin son 7-8 senedir Tel-Aviv’de herhangi bir patlama veya saldırı yok.  2006 yılında Lübnan savaşı öncesinde, esnasında ve sonrasında da Tel Aviv’de herhangi bir güvenlik problemi yaşanmadı.  Sadece kuzey’deki Karmiel gibi şehirlere Lübnan’dan Hizbullah tarafından gönderilen füzeler oldu.

İsrail’de yaptığın işi, kazandığın parayı açık etmeme gibi genel bir anlayış var.  İnsanların giyiminden, kuşamından, kullandıkları arabadan, yaşadıkları evden, sahip oldukları güç ve zenginliği tahmin etmek mümkün değil.  Üzerinde tabela bile olmayan, içi dağınık, pis ve bakımsız dükkan ve binaların içinde ne kadar büyük ciroların döndüğüne inanamazsınız.  Ancak son ziyaretlerimde daha çok lüks araba görmeye başladım.  Bazı şeyler İsrail’de de değişiyor sanırım.

İsrailliler için girişimci, hırslı, çalışkan, gösterişten uzak diyebiliriz.  Orta ve uzun vadeden çok bugünü yaşıyorlar hissini veriyorlar bana.  Yarını çok düşünmüyorlar gibi.  Ancak bu tesbitimi yalanlayan bir vizyonları var ki, teknolojiyi teşvik ediyorlar.  İsrail’i bir “hi-tech” ülkesi haline getirmeye çalışıyorlar.  Devlet teşvikleri, temel oalrak bu alanda faaliyet gösteren firmalara veriliyor ve gelişmemiş bölgelere yönlendiriliyor.

Bir gün Frankfurt’ta Amerika’dan gelecek bir Musevi iş arkadaşımızı toplantıya bekliyorduk.  Gelmeden Sinagog’a yakın bir otel ve Kosher yemek yiyebileceği lokanta talebinde bulundu.  Bizde istediği gibi bir otel ayarladık.  Öğle ve akşam yemeğinde Kosher yemek temin ettik.  Öte yandan aynı toplantıya katılmak üzere İsrail’den gelen müşterimiz ise özel bir talepte bulunmadı.  Dolayısı ile, Amerika’da yaşayan iş arkadaşımızın, İsrail’den gelen müşterimizden daha hassas olması bence ilginçti.

İsrail nufusunun % 15’i Arap kökenli İsrail vatandaşları.  Çoğu köylerde yaşıyorlar.  Şehirlerarası seyahat ederken bu köylerdeki camileri görmek mümkün, Arap kökenli İsrail vatandaşları, incelenmeye değer bir toplum. 

8 Nisan 2012 Pazar

Arap Baharı: Diğer Ülkeler Özet

Ürdün: Bu ülke daha önce sık gittiğim ve ofisimizin bulunduğu bir ülke.  Arap Baharı başladıktan sonra ofisimiz ile de haberleştim.  Gözlemlediğim kadarı ile, Kral Abdullah proaktif davrandı. Hızlı bir şekilde hükümeti değiştirdi. Reform sözü verdi. Buna rağmen Cuma günleri düzenli gösteriler yapılmakla beraber, ciddi bir değişiklik yaşanmadı.  Bu gösteriler zaman zaman devam etmekle beraber, diğer bazı ülkelerde yaşanan gelişmeler, burada yaşanmadı.

Lübnan:  İstikrarsızlığın nerede ise normal olduğu ülkeye Arap Baharı ekstra veya yeni bir istikrarsızlık getirmedi.  Ülkede politik hayat alışagelen krizleri ile devam etti.

BAE:  Zaten Arapların azınlıkta olup, expat'ların sayıca fazla olduğu Dubai gibi emirliklerde hayat normal akışında devam etti. 

Aşağıdaki ülkeleri hiç ziyaret etmedim.  Medya'dan takip ettiklerim kadarı ile:  

Yemen:  Şiddetli gösterilerin yaşandığı ülkelerden biri idi.  Başkanın değişmesi için çok baskı yapıldı.  Ama sadece hükümet değişikliği ile devam edildi.  Başkan bir sonraki seçimlerde aday olmama garantisi verdi.

Bahreyn:  Şii çoğunluk, devleti elinde tutan Sunni azınlık karşısında düzenli gösteri düzenledi.  Kan da döküldü.  Kral hala iktidarı elinde bulundururken, göstericiler ile görüşüldü.  Bazı haklar tanındı.  Ancak olaylar tam yatışmış değil.

Suudi Arabistan:  Kral tedavi olduğu İngiltere’den apar topar ülkesine dönüp, tabiri yerinde ise vatandaşlarına para dağıttı.  Milyarlarca dolarlık bir paket ile, herkezin cebine para koydu.  Şu ana kadar duyulan bir olay olmadı.

Irak:  Süleymaniye’de bazı olaylar olduğu duyulsa da, Irak zaten istikrarın olmadığı bir ülke olarak, herhangi bir toplumsal olaya sahne olmadı. 

26 Mart 2012 Pazartesi

Dubai'de Müşteri Ziyareti

Dubai 2000li yıllarda bir iş modeli olarak ortaya çıktı.  BAE arasında petrol açısından en fakir olan emirlik iken, bir anda nasıl bir dünya markası oldu?  Bu konu birçok yönetim makalesine konu oldu.  Üç sektörün öne çıktığını gözlemledim:

  1. Turizm,
  2. İnşaat,
  3. Serbest Ticaret ve paralel olarak lojistik, 
Aralık 2009’da Dubai’ye uçarken, son 10 yılda duymaya alıştığımız pozitif gelişmelerin aksine, ekonomik bir kriz söz konusu idi.  Borçlarını çeviremez hale geldiler.  Emirliğin büyük şirketlerinden Nakheel’in sahibi Dubai World, borçlarınıödeyemez durumdaydı.D  ünya finans çevreleri Dubai’nin ekonomik durumunu mercek altına aldı, risk derecelendirmelerini gündeme getirdiler.  Dünya çapında elde ettikleri prestij zedelendi.  Bence büyük bir darbe de “destek” adı ile Abu Dhabi’den geldi.  10 milyar dolar vererek, Dubai’ni nakit akış sıkıntısını gideren Abu Dhabi, Dubai’nin prestij projesi, dünyanın en uzun binasının açılışına günler kala, binanın adını “Burj Dubai”den, “Burj Khalifa”ya çevirtti. İçinde Armani oteli de bulunan 800 metreden daha yüksek bu dev bina, bir çok başka rekorunda sahibi.

Dubai’de bir Müşteri Ziyareti:

2005 yılında yaptığım bir Dubai seyahati sonrası şu notu almışım:  Lübnanlı genel müdürümüz ve Filipinli satış temsilcimiz ile Dubai’de tamamına yakını Bangladeshli işçilerin çalıştığı, Sri Lankalı müşterimize ait fabrikada, Hintli bir müdür ile toplantı yaptık. 

1990-2000 arası ABD dış politikasına paralel olarak, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi ile MEFTA adı altında bir dış ticaret politikası yürürlüğe koydu.  Buna göre Arap ülkeler ile QIZ ve FTA anlaşmaları yaptı.  Bunun sonucu birçok yabancı menşeeli firmalar bu ülkelere yatırım yaptılar.  Benzeri bir politika da Afrika’da refahı arttırmaya yönelik AGAO anlaşması idi.  Bu anlaşmaların sonucunda Afrika’nın bazı ülkelerinde, Ürdün’de, BAE’de ve bazı diğer körfez ülkelerinde Pakistan’lı, Hintli, Çinli, Taiwanlı firmalar fabrikalar kurdular.  Kendi ülkelerinden işçiler getirdiler.  İşçilerin pasaportlarına belli süre ile el konuluyor, fabrika kenarlarındaki lojmanlarda kalıyorlardı.  Böylece hem üretim yapılan ülkenin ABD ile dış ticaret anlaşmasından faydalanıp, kota ve vergisiz ihracat yapıyorlar, hem de ülkelerinden gelen işçiler ile ucuz ve verimli işçilik ile üretim yapıyorlardı.  Dubai gibi verginin olmadığı ülkelerde de merkez oluşturup, yüksek karla faaliyet gösteriyorlardı.

Dikkat! Hava Sıcak

Dubai veya bölge ülkelerini ziyaret ederken dikkate alınması gereken bir husus hava durumudur. Yazın sıcaklık 40 derece üzerine çıkar ancak asıl yaşanmaz hale getiren nem oranıdır. Yüksek ısı ve çok yüksek nem oranı, klimasız ortamda dolaşılmaz hale getirir Dubai’yi. Arabalar çalışır vaziyette bırakılır (park esnasında kapatılırsa, ısınır ve A/C tekrar çalışıp, arabayı soğutana kadar sıcak ve nem çok rahatsız eder diyerek. Dubai’yi seyahat etmek için en uygun dönem Kasım-Şubat arasındaki aylardır.
  

17 Mart 2012 Cumartesi

Ürdün İzlenimlerim

Ürdün Orta Doğu’daki Arap ülkeleri arasında nispeten küçük ülkelerden biri.  Nüfusu yaklaşık 5 Milyon civarında.  Ancak bu nüfusun ciddi bir oranı Filistinli.  Coğrafik olarak Ürdün’ün yeri de stratejik.  Filistin ile sınırı var.  Zamanında Filistin’den Ürdün’e gelen göçmenlerin bir kısmı ülkeye adapte olmuş, iş-güç-ev sahibi olmuşlar.  Ciddi bir kısmı da hala kamplarda işsiz-evsiz zor şartlarda yaşıyorlar.  Bu dönemde böyle bir yaşam hayret verici ve üzücü ama uluslararası medyada genelde gündeme gelmiyor.

Ürdün İsrail ile ilk barış anlaşması yapan Arap ülkesi olduğu için ABD ve batı ülkeleri tarafından kollanıyor.  ABD ile imzalanan önce QIZ (İsrailin de bir parçası olduğu) daha sonra ise FTA (Serbest Ticaret Anlaşması) bu politik tercihe dayanıyor.  Irak savaşında ve sonrasında da Ürdün batılı devletlerin ve Birleşmiş Milletler gibi bazı uluslararası organizasyonların merkezi haline geldi.  Irak’a giden birçok mal Ürdün’den gönderildi ve gönderilmeye devam ediyor.  Irak savaşı esnasında birçok Iraklı da Ürdün’e göç etmiş.  Bunların arasında çok zengin olanlarda var, fakirlerde.

Ülkenin her yerinde (sokaklarda, evlerde, her işyerinde) Ürdün kralı Abdullah’ın resimlerini görmek mümkün.  Bu resimler bazen resmi dairelerde ciddi vesikalık pozlar halinde iken, bazen sokaklarda daha farklı pozlar var.  Örneğin rahmetli kral Hüseyin ve mevcut kral Abdullah’in beraber oldukları, kral Abdullah’ın asker olarak pozları, kral Abdulah, karısı ve çocukları ile beraber vs.  Aklıma gelmişken, böyle bir baba-oğul fotorafını da Bakü sokaklarında görmüştüm:  Mevcut başkan İlhan Aliyev ve babasının rahmetli olmadan beraber bir fotorafı idi.

Kral Abdullah karizmatik bir lider.  Ondan bahsetmeden Ürdün izlenimlerimi yazmak olmaz.  Batıda eğitim görmüş, anadili gibi İngilizce konuşan birisi.  Eşi de modern bir Arap lider eşi portresi çiziyor.  Güzelliği yanısıra Arap kadının günlük hayata daha aktif katılması için çaba gösteriyor.  İş arkadaşım bir sabah müşteriye giderken arabada radyo dinliyormuş.  Radyo’da bir nevi “halkın sesi” programı varmış.  Bağlanan Ürdün vatandaşı Kral’ı şikayet etmiş:  Amman’da Kral’ın konvoyu geçerken korumaları, arayan vatandaşın kamyonetini yoldan çıkarmış – bozulan kamyonet vatandaşın iş kaybına yol açmış vs.  Program yapımcısı hemen konuyu kapatmış ve hattı kesmiş.  Biraz sonra ise Kral Abdullah bağlanmış ve program yapımcısına çıkışmış “neden hattı kestin” diye.  “Konuyu araştıracağım.  Şu an bu vatandaşa sıfır kilometre bir kamyonet veriyorum ve aracının çalışmadığı günlerdeki iş kaybını da karşılıyorum” demiş.

Turistik olarak da Ürdün’de mutlaka görülmesi gereken yerler var.  En başında “Petra” sonrasında “Ölü Deniz Kıyısı” geliyor.  Ölü Deniz'de çok güzel turistik tesisler var.  Yandaki fotoraf Mövenpick Otelinden, Mart 2007'de çekmişim.

Ürdün’de çok Türk yatırımı veya Türk işadamı görmek mümkün değil.  En azından benim gittiğim 2004-2008 yılları arasında öyle idi.  Çarşı ve pazarlarda Türk marka ve malları rahatça bulunabiliyor.  

Sonuç olarak Ürdün bulunduğu coğrafya da güvenli olarak kalmayı başarabilen, alt yapısı düzgün, küçük ama nispeten güzel bir Arap ülkesi.  Ürdün’lü Araplar arasında Hristiyan bir azınlık mevcut ama çoğunluk Müslüman.  Kara çarşaf fazla yok.  Başı açık bayan oranı diğer Arap ülkelere göre yüksek.  Kapatanlarda sıkma baş değil.  Alkol serbest.  Bulmak veya içmek problem değil.